2. Davanın Hukuki Niteliği ve Unsurları (Yargıtay Kararı Çerçevesinde İnceleme)
Yargıtay Hukuk Genel Kurul’unun muris muvazaasına dayalı iptal davalarına ilişkin tanımlayıcı bir kararını aşağıda paylaşmaktayız. (YHGK 2011/4-359 E., 2011/405 K. ve 08.06.2011 tarihli karar)
“Muris muvazaası, niteliği itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 18. maddesinde düzenlenen bir nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında, hüküm ve sonuç yaratmasını istedikleri başka bir işlem yaparlar. Bu maddeye göre, “ bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”
Borçlar Kanunu’nun 18. ve Türk Medeni Kanunu’nun 2.maddelerine göre, hukuki işlemlerde bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, objektif iyiniyet kuralları gereğince kendisine karşı bildirimde bulunulanın sözlerinden ne gibi bir anlam çıkarması gerekiyorsa, ona uygun yorum yapılmalıdır (Özuğur,Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.306).
Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma akdi ile gizlerler. Görünüşteki sözleşmenin vasfı, tamamen değiştirildiğinden muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşır (Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.293 ).
Muris muvazaası ile taraf muvazaası arasında kasıt yönünden farklılık vardır. İlkinde, mirasçıları, diğerinde ise üçüncü kişileri aldatma ve zarar uğratma kastı vardır. Bu nedenle muris muvazaasında, murisin mirastan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediği önemlidir. Bunun dışında mirasçıların kim olduğunun önemi yoktur.
Muris muvazaası, dört unsurdan oluşur:
1-Miras bırakanın, mirasçısından mal kaçırmak için karşı tarafla anlaşarak gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği, tarafların aralarında düzenledikleri muvazaa anlaşması ile geçersiz olduğunu kabul ettikleri görünüşteki sözleşme,
2-Mirasçılarını aldatma kastı, Burada, aldatılan mirasçının temlik tarihinde mirasçı olup olmamasının herhangi bir önemi yoktur. Temlik tarihinde, miras bırakanın aldatma amacı güttüğü bir mirasçısının bulunması ve iptal davasının açıldığı tarihte de mirasçı sıfatını taşıması yeterlidir. Çünkü, görünüşteki işlem, tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı için, hukuki sonuç doğurmamaktadır. Müeyyidesi mutlak butlan olan ve başlangıcından itibaren hükümsüzlük ifade eden işlem, onay veya zaman geçmekle geçerlilik kazanmayacağına göre, işlemden sonra mirasçılık sıfatı alan kişiler için de geçerli hale gelmez (Özuğur,Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.309).
3-Miras bırakan ile karşı taraf arasındaki görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren, hiçbir şekil şartına bağlı olmayan, tarafların beyanları ile iradeleri arasında bilerek meydana getirdikleri, uyumsuzluğu açıklayan muvazaa anlaşması,
4-Miras bırakan ile karşı tarafın gerçek iradelerine uygun olan ancak saklanan ve genellikle bağış sözleşmesi şeklinde yapılan gizli sözleşme. Taşınır mallarla tapusuz taşınmazların devrine ilişkin gizli sözleşme şekle tabi değildir ancak tapulu taşınmazlarda geçerli olması için gizli sözleşmenin resmi şekilde yapılması gereklidir. Şekle aykırılık, yargılamanın her safhasında taraflarca ileri sürülebilir, hâkim tarafından da re’sen dikkate alınır.
Muris muvazaası, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi dışında herhangi bir yasal düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve ilmi görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Bu kararda belirlenen ilkeler, daha sonra kabul edilen 22.05.1987 tarih, 1986/4 Esas 1987/5 Karar sayılı ve 16.03.1990 tarih, 1989/1 Esas 1990/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında da kabul edilmiş, bundan böyle uygulamalar bu ilkeler doğrultusunda gelişme göstermiştir ( Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294 ).01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmazını hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, yani, gerçekte bağışladığı taşınmazını, tapu sicil memurluğunda satış gibi göstererek devir ve temlik etmişse, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.
Bu dava hakkı, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun’un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz.
Ancak akıldan çıkarılmaması gereken husus, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nın, sadece miras bırakanın, tapulu taşınmazlarının devir ve temliklerinde yapmış olduğu muvazaalı işlemler için geçerli olduğudur. 2918 sayılı Yasa gereğince trafik siciline tescili zorunlu araçlar dışındaki araçlar ve taşınır mallar ile tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların temliklerinde gizli bağış sözleşmesi şekle bağlı olmayıp geçerli bulunduğu ve zilyetliğin devri ile mülkiyet karşı tarafa geçtiğinden bu içtihatların uygulama yeri yoktur (Eraslan ÖZKAYA, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294-Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.315).
Aynı şekilde, menkul malların zilyetliği, bağışlama ile devredilmiş veya bağışlama konusunda yazılı bir taahhüt alınmış ve menkul mal karşı tarafa teslim edilmişse, artık, muvazaa nedenine dayalı iptal davası açma olanağı kalmamış demektir. Muris muvazaası hükümlerinin ve ispat vasıtalarının, menkullerde uygulanma olanağı yoktur. Muris muvazaasına dayalı iddialar, yukarıda açıklanan 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında ve sadece tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında ileri sürülebilir ve davayı miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar açabilir. Davacı mirasçılar, üçüncü şahıs konumunda oldukları ve payları oranında iptal ile tescil talep edebilecekleri için, açılan davaya tüm mirasçıların katılmasına veya terekeye temsilci atanmasına gerek yoktur.
Dava açan mirasçı, muvazaalı işlemin tarafı olmadığından, miras bırakanın ardılı (külli halefi) gibi hareket etmeyip, miras hakkını korumaya çalıştığından üçüncü kişi durumundadır ve miras bırakanın yaptığı sözleşmenin, miras hakkını zarar uğrattığını, kendisinden mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve aleyhine haksız bir fiil işlendiğini ileri sürerek bu sözleşmenin iptalini isteyebileceği gibi bu iddiasını da 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre her türlü delille kanıtlayabilir ise de muris muvazası dışında işlemi yapan taraflar arasında BY. 18.maddeye göre açılan davalarda ispatın yazılı delil, yazılı delil başlangıcı, yemin gibi delillerle ispatı zorunluluğu vardır. Zaten muvazaa ile muvazaanın özel bir şekli olan muris muvazaası arasında ispat bakımından da farklılık bulunduğu açıktır.
Yine açıklanan 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, muris muvazaasına dayalı iptal davasında davalı sıfatını, miras bırakanla görünürdeki muvazaalı işlemi yapan kişi veya kişiler taşır.”
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!